Seni bana getirmemekte direnen gecenin de canı sağ olsun. Ona da kırgın değilim.

Hayatta var olduğu için düşlenen şeyler ve düşlendiği için var olacak şeyler vardır.

Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum. İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal.

Zenginlik dedikleri nedir ki? Ben senin kokunu alamayacak kadar fakirim.

Şimdi sen bana bir İstanbul ışıltısı kadar parlak olsan da, ben sana Ankara kadar ayazım artık.

Bugünlerde aklıma gelen başıma geliyor nedense, Bir de gönlümden geçen yanıma gelse keşke.

Bazen sen bile “vay be!” dersin kendine; tek satırlık adamları nasıl roman yapmışım gönlüme.

İnsanlar günahları ile övünüp sevaplarıyla alay ediyorlarsa, şeytan yüreklerinde tavaf ediyor demektir.

Biz, aynı tavla tahtasında farklı iki pul gibiyiz. Öyle ya, birbirimizi kırmadan oyunu bitiremeyiz.

Bir şey söyle bana. İçimdeki kayayı kaldırıp atacak bir şey söyle. Nefes alabileceğim bir şey de bana.

Avuç dolusu gözyaşıyla yıkanmış bir Aşk’tık biz, ve kucak dolusu hoşçakalların gözünden düştük.

Bazen önemli olmamalı gidecek olan ya da gelmeyen. Çünkü bazen, başlaman gerekir her şeye yeniden.

Neyine bağlandım ki bu kadar; bana bakmayan gözlerine mi, yoksa benim olmayan kalbine mi?

Ve bazen o kadar çok ağlarsın ki, boğazına oturan yumruk yüzünden ‘hiç mi sevmedin’ bile diyemezsin!

Tamam, mesafeler aşka engel değildir ama ben burada ağlasam onun yanakları ıslanır mı orada?

Seni unutma fikri bile, sana kavuşma umuduna bağlanıyor içimde. Senden kaçış varsa bile kurtuluş yok.

Okumayı öğrenen çocuk gibi hecelerken ismini, “aşk” oldu dilim damağım. Susadım bu gece sana.

Yolcu denmez her gidene, herkes o yolun taraftarı olmayabilir. Hiçbir sürgün, gittiği yolu sevmez mesela.

Artık hayallerim suya düşecek diye kaygılanmıyorum. Çünkü onlar düşe düşe yüzmeyi öğrenmişler.

Ben genelde sırılsıklam aşık oluyorum, ama bir de bakıyorum ki bu aşkta ıslanan yine sadece ben oluyorum.

Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır. Her gecenin bir sabahı vardır.

Son model bir ‘bencillikle’ uzaklaşıyorsun. Bu kadar hızlı gitme derim, ilerde ‘yalnızlık’ çevirme yapıyor.

Bazen doğru olanı yapmak için en çok istediklerimizden vazgeçmemiz gerekir. Hayallerimizden bile.

Burnumuzdan akanı, kolumuza silecek kadar cesur çocuklardık. Ne ara gözümüzden akanı köşe bucak saklar olduk?

Boynu bükük duruyorsam eğer; içimden öyle geldiği için değil, yüreğimden gidenler olduğu içindir!

Tek dileğim ne biliyor musun? Gözlerimi kapamış senli hayaller kurarken, gözlerimi açtığımda yanımda olman.

Rüzgar ateş için neyse, ayrılık da aşk için odur; küçük bir aşkı söndürür, büyük bir aşkı daha da güçlendirir.

Aşkın “baş üstü” başlayıp “bel altı” olarak devam ettiği ve ardından “ayaklar altına” alındığı zamanlardayız!

Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır.

Kendinden nefret edip ayna parçalamak kolay, sorun sonrasında ortaya saçılan binlerce “seni” kim temizleyecek.

Bir de yalnızlık! Unuttuğum kadar derinde. Kalbimi seğirir o eski anılar. Şimdi kimse hatırladığım gibi değil.

Üşüdüğümüzde camı kapatmak kadar kolay olsaydı keşke, sevilmediğimizi anladığımızda o kişiye yüreğimizi kapatmak.

Bir kadının içindeki masum meleği erkek keşfeder; ama o meleğin tüm masumluğunu yok edecek olan yine erkektir.

Öyle bir çık ki karşıma “Her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi, az kalsın ölüyormuşum gibi” hissedeyim seni.

Her seni kaybedişimde, bir duble rakıdaydı avuntular, yada kavun kokusu teninde, mezeye dönüşen sevişmelerimizdi.

İnsanları yalan söylediklerinde dinlemeyi severim. Çünkü olmak istedikleri ama olamadıkları insanları anlatırlar.

Şimdi sen; uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın, yoksa tutmayacak bir ele uzattığın için, kendine mi kızgınsın?

Belki de hepimiz hiç düşünmeden kalbimizin en iyi kısmını vermişizdir. Hem de karşılığında bizi düşünmesi zor olanlara.

İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar.

Yolların uzaklığı fark etmezdi seven yürek için. Bahaneler üretiyorsa gel vazgeç. Değmez üzülmeye, yalan bir sevda için.

Yaralarımda saklıyorum seni. Unutur gibi olunca kanatıyor, hasret gideriyorum. Zaman kapatıyor, ben kanatıyorum habire.

Neden evlilik yüzüğü, yüzük parmağına takılır ki? Çünkü başka hiç bir parmağımızdan, direk kalbe giden bir damar yoktur.

“Ama” kadar katil bir kelime yoktur. Kendisinden önce gelen her cümleyi öldürür. “Seni seviyorum ama …” bak işte cinayet.

Birini seveceksen, onu her şeyinle sevme. Çünkü bittiğinde; onu unutamamana değil, unutamayacak kadar çok sevdiğine yanarsın.

İnsan geride bıraktıklarını özler, elinin altındakilerden sıkılır, ulaşamadıklarına tutulur ve ulaşılmaz olan hep aşk olur!

İnsan ayrıldıktan sonra kendini alkole vereceğine sodaya verse çok daha faydalı olur. Neticede sorun unutmak falan değil, hazmetmek.

Gittiğinde ağlarsın, şarkılarda, filmlerde, ona buna her şeye ağlarsın. Aklın başına gelince de boşa harcadığın zamana ağlarsın.